“Çocuklara ne öğretmeli?”, tarih
öncesinden beri en sık sorulan sorulardan biridir. Ve her dönemde enteresan
enteresan şeyler öğretmeye kalkmış yetişkinler çocuklara. Antik çağlarda
yaşamış Homeros’u bilirsiniz. Hani şu meşhur “İlyada” destanını yazan adam.
Destan ki ne destan! Tam 16 bin dize… Şimdi sıkı durun! O dönemde yaşayan
eğitimciler, faydası olur (!) diye yaklaşık on ciltlik bir ansiklopedi
büyüklüğündeki böylesi destanları çocuklara ezberletmişler. Keza İngilizler, zekâları
açılsın diye, Hindistan’ı işgal ettikleri yıllarda Hintli çocuklara “logaritma
cetveli” ezberletmeye kalkmışlar. Modern eğitim sistemlerini incelediğimizde bu
“çağ dışı” yöntemlerin uygulandığı çocuklara ağlamamak mümkün değil. İşte bu
hüzünle geçen haftalardaki bir yazımı kaleme almış ve ülkemiz okullarında
okutulan kitapların gereksiz birçok ıvır zıvır bilgi ile çocukları
sersemleştirdiğini, agresifleştirdiğini, eğitimden soğuttuğunu yazmıştım. Hatta
somut bir de örnek vermiş, “İlköğretim okullarında butan gazi ile etil alkol
arasındaki benzerliklerin sorulması hangi akla hizmettir?” demiştim. Butan
gazını ilköğretim okulunda öğretmeye çalışmak ile logaritma cetvelini
ezberletmeye çalışmak arasında “mantık” olarak ne fark var? İkisi de “bir gün
faydası olur” diye gereksiz bilgi yığını oluşturuyor çocuğun o masum beyninde.
Hâlbuki benim kırk kusur yıllık hayatımda ne butan gazi ile isim oldu ve ne de
etil alkol ile… Yazık değil mi bana şimdi? Hâlbuki öğrenilen konular ne kadar
güncel yaşamı ilgilendiriyorsa, çocuk o kadar kolay öğreniyor. Çocuk,
öğrenmenin keyfine vardıkça hayattan tat alıyor, yüzünde tebessümler açıyor.
Ama dönüp bir bakın etrafınıza; kaç çocuk var öğrenmenin keyfi ile okula gidip gelen?
Ülkemizde çocuklar okul için yaratılmış sanki. Sabahtan akşama kadar okul,
akşam eve gelince de ödev… Hatta öylesi anne babalar var ki tatil yaklaşınca
“Hocam, tatilde çocuğumuza nasıl ders çalıştırabiliriz?” diye soruyorlar. Yahu
bu çocuk ne zaman kendisi gibi olacak! Ne zaman çocuk olacak! Ne zaman oyun
oynayacak! Oyun oynama hakkı kısıtlanan çocuk sağlıklı bir ruha sahip olabilir
mi hiç? Bakın Japonya’ya…‘Nükleer tehlike var’ diye sokağa çıkamayan çocukların
oyun oynama ihtiyaçlarını gidermek için hükümet seferber oldu, risk altındaki
bölgeye dev bir çadır kurup içini tam bir oyun bahçesine çevirdi. Niye? Çocuklar
arkadaşları ile oynadıkça sağlıklı bir ruha sahip olurlar da ondan. Tatilde
bile ders çalışarak değil… Ama ülkemizde öğretmenler, sayfa sayfa ödev vererek,
tatilde hangi kitapların okunacağını listeleyerek iyi bir şey yaptıklarını zannediyor.
Böylece bir yandan ebeveynler bunalıma giriyor çocuklar ödevi son güne
bıraktıkça, diğer yandan çocuklar bunalıma giriyor ödevini yapmadığı için
dışarı çıkmama cezası aldıkça… Yazık değil mi pencere saksısı gibi camın
arkasından dışarıyı özlemle seyrederek büyüyen çocuklara? Bırakın çocuğunuzun
yakasını, bırakın çocuklarımızın yakasını! Zira öğrenme ne kadar “doğal” ve
“kendindenlikle” olursa o kadar kalıcı ve keyifli olur. Çocukluk yılları çok
çabuk geçer. Annelik babalık coşkusunu yaşayacağınız yıllarda ‘ders, ders,
ders’ diye çocuğunuzu bıktırmayın. Ödevlerine değil, ellerine bakın
çocuğunuzun. Minicik elleri ile nasıl da ödev yapmak için çırpınıyor bir bakın.
Uyurken yüzüne bakın. Öğretmeninden azar işitmemek için yaşadığı telaşa bir
bakın. Hissedin çocuğunuzu ve kendisi olabilmesine izin verin. Ne ezberlediği
İlyada destanı size anne babalık duygusunu yaşatır ne de öğrendiği logaritma
cetvelinin içindedir ebeveyn duygusu… Çocuğunuzla yağmurda koşmak, güneşli bir
günde çeşme basında soluk soluğa şu içmektedir ebeveyn duygusu. Yaşamanızı
tavsiye ederim.
Aksiyon Dergisi
www.TurkceKarakter.com
Bozuk görünen Türkçe harfleri
düzelten site.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder